6 Şubat 2012 Pazartesi

BURASI BİR BAŞKA GEZEGEN...

BURASI  BİR  BAŞKA  GEZEGEN...                              

          Çok  heyecanlanmıştım. Tur  rehberinin  söylediği  bu  sözlerle uykulu gözlerimi  pencereden  dışarıya  çevirdim.
       Görüntü  inanılmazdı! Sabahın  alacakaranlığında, uçsuz  bucaksız  bir  bölgede ve   ilginç  yer  şekilleri arsında  kaybolmuş  gibiydik. Bu  doğallık  muhteşem,  bir  o  kadar  da  inanılmazdı. Kendimi  öylesine  kaptırmıştım  ki, bir  an için  nerede  olduğumuzu unutmuş  gibiydim. Herkes  soluklarını  tutmuş,  bu sihirli  manzarayı  seyre  dalmıştı. Doğanın  bölgeye  bir  armağanı  olmalıydı. Dünyanın  başka  hiçbir  yerinde  görülmeyen  bu  jeolojik  zenginlik  için  başka  ne  denilebilirdi  ki?
       20.000 km. karelik  alana, Pers  dilinde  “Güzel  Atlar  Diyarı” anlamına  gelen  “KAPADOKYA” adı  verilmiş. Altmış milyon yıl önce,Hasan  ve  Erciyes  sönmüş  volkanlarından  püsküren  lavların  katılaşması  ile  oluşan  volkanik  tüflerin,   aşınmaya  uğraması  sonucu  meydana  gelmiş, irili  ufaklı, genellikle  de  heybetli  doğal  oluşumlar.  Yöre  halkı tarafından, “ Peri  Bacaları”  olarak  adlandırıyor. Bütün dünyanın bildiği gibi, Literatürdeki  isimleri  de  böyle. Gece gündüz  sıcaklık  farkına  bağlı  olarak,  bazen  bir  gecede  bile  oluşabildiklerinden  böyle  anılıyorlar. Yani  ne  sihirdir, ne  keramet  anlayacağınız!...
      Yaşar  Kemal, yörede  yaptığı  araştırmalar  sonucu  peri  bacalarının  tepesindeki  taşların  öyküsünü  saptamış. Kabe’nin yapımı  sırasında taşlar  yetmemiş, çağrı  yapılmış  ve  dünyanın  dört  bir  tarafından  taşlar  Kabe’ye  yönelmişler.  Ürgüp’e  geldiklerinde  ise Kabe’nin  tamamlandığı  haberi  gelmiş, o  zaman  bulundukları  yerde  asılı  kalmışlar. Gerçekten  de  peri  bacalarının  üzerinde  şapkayı  anımsatan  bu  taşların, nasıl  olup da  düşmeden durabildiklerine  inanamıyorsunuz.
     Bölgenin  klasik  dünyada  tanınması  ve  Yunanca  biçimiyle  yazılması  Heredotos’ un  “Historia - Tarih” adlı  yapıtıyla  başlıyor.
     Çevrede  görülen  bol  sayıdaki  tümülüsler (mezar), Hellenistik  kültürün  buraya  kadar   ulaştığının  bir  kanıtı. Kiliseler  ve sanat, Hıristiyanlığın  yarattığı  bir  anlayışı  yansıtıyor. Hıristiyanlar  bu  uzak  coğrafyada  Türkler  gelinceye  dek  kendilerini  rahat  hissetmişler. Yumuşak  bölümleri  oyarak  yaşam  yerleri  yapmışlar.  Kiliseleri, okulları, mutfakları,  güvercinlikleri... var. Oymacılık  sanatının, taş  işçiliğinin  bu  denli  gelişmişliğini  görmek  insanı  şaşırtıyor, hayran  bırakıyor. Duvar  resimleri  görülmeye  değer. Konular  çoğunlukla  “İncil” den  seçilmiş.
       “Ihlara  Vadisi” ne  üç yüz basamaklı  bir  merdivenle  iniyorsunuz. Kiliseleri  ve  manastırları  geziyoruz. Vadiden  cılız  bir  su  akıyor  ama  yine  de  çevreyi yeşile  boyamaya yetmiş.
       Göreme, Nevşehir’den  15  km.  daha  doğuda, 7.  Ve  12.  Yüzyıldan  kalan  anıtların  bulunduğu  bir  vadi. Göreme  Açık  Hava  Müzesi, Kızlar  ve  Erkekler  Manastırı, Yılanlı  Kilise, şapeller ( küçük  kilise), freskolar, ikonalar  ayrıca, kiler, mutfak, yemekhaneden  oluşmuş “Refrectoryum”  denilen  yerleşmeleri  dolaşıyoruz. Ben  de  büyük  bir  hayranlıkla,  soluksuz  seyrediyorum  her  şeyi. El ile kazılmış, çekiçlerle  yapılmış  bu  taş  yapılar,  olağanüstü  bir  uygarlığı  simgeliyorlar.
        Bölgede oldukça ünlü vadiler bulunuyor. Zelve’de bunlardan biri. Avanos’a 5 km. uzaklıkta, kilise,manastır ve kaya evleri var. Bu evlerde Rumlardan sonra Türklerin kaldığı ancak, 1952 de “afet bölgesi” ilan edilerek iskana kapatıldığı biliniyor. Bugün, Türklerden kalma tipik bir kayadan oyma cami bulunuyor. Sonra  ki  günlerde Avcılar  Vadilerini,  Çavuşin  Köyünü  bir  rüya  aleminde  geziyoruz. Çavuşin şirin mi şirin bir köy. Burada ki eskiden kalma yapıların ne yazık ki doğal afetlerle yıkıma uğramasına çok üzülüyorum. Çavuşin Kilisesi de bunlardan biri.
       Oldukça  serin  ve  yağışlı  bu  bahar  günlerinde, doğanın  rengarenk  çiçekleri  ile  peri  bacalarının  buluşmasını  görmelisiniz. Her  yer  meyve  bahçeleri, üzüm  bağları  ile  dolu. Yöreye  özgü  bir  taş  olan  onix, yapı  malzemesi  olarak  kullanılmış.  Evler, kesme  taşlı, düz  damlı.  Yuvarlak  pencereleri  ile  çok  hoş  ve  doğal. Havanın  soğukluğuna  karşın  insanları  hep  sıcacık, içim  ısınıyor. Güler yüzle  sunulan  kekik, tarçın, limon  ve  elma  çaylarını  yudumlarken,  mutluluğu  da  yudum  yudum  içiyorsunuz  sanki...
       ...Ve  Uçhisar  Kalesine  çıkıyoruz.  Çevrede ki en yüksek kaya kütlesinin içine oyulmuş bir kilise, manastır ve sayısız kaya evleri ile ünlü. İşte Avanos’a kadar  Kapadokya  tüm  ihtişamıyla  karşınızda...
      Derinkuyu  ve  Kaymaklı  yer altı  şehirlerine  giriş  ürkütüyor  biraz. Dünyanın  en  uzak  yerlerinden, Japonya’dan,Kanada’dan  gelmiş  insanları  görünce  biraz  da  utanarak  yoluma  devam  ediyorum. O dönem  insanının  düşünce  gücüne, uygarlığına  hayran  olmamak elde  değil. Yerin  katlarca  altında,  düşmanlarından  korunmak  üzere  yaptıkları  bu  yerlerde  yıllarca  yaşamışlar. Her  ikisi  de  birbirine  9.5 km. lik  bir  tünelle  bağlanmış. Elli iki  havalandırma  bacası  var.  
      Kapadokya  insanı, o  dönemlerde  bağcılık, hayvancılık, halı  ve  kilim  dokumacılığı, çanak , çömlekçilik, mermer, taş  işçiliği  ile  geçiniyormuş,  şimdilerde  de  öyle...
       Kimisinin  bar,  şarap  evi,  restoran  olan  Peri  bacalarından  yükselen  neşeli  seslere  karışan  müzikle  geceler  sonlanıyor.  Kimisi  de  pansiyon  olarak  işetmeye  açılmış. Bir  gecenizi  de  şarap  evine  ayırmanız  gerekiyor.
      Şarap, yöredeki  eski  taş   imalathanelerde  yapılıyor. Otantik  köşelerde, folklorik giysileri içinde ki gençler tarafından sunulan  beyaz, pembe ve kırmızı şarapları  ince  bir  zevkin  ürünü  olan  kadehlerde   tadıyorsunuz. Hediyelik, tadımlık kadar şarap alıyoruz her birinden…
     Kapadokya  gezimiz  “Kızıl  Vadi”  de  son  buluyor. Güneşin  batışını,,  kırmızı  şaraplarınızı  yudumlarken  izliyor, bu  hoş  geziyi  egzotik  bir  anıyla  bitiriyorsunuz.  Gün  batımında  vadiye  vuran  kızıllık  buraya  adını  vermiş.
  
                                                                    ***

    Buraya kadar gelmişken, Hacı Bektaş Veli’ye uğramadan gitmek olmayacaktı. Türk-İslam tarihi için önemli şahsiyetlerden biri olan Hacı Bektaş Veli,kitleleri etkilemiş ve peşinden koşturmuştur. Pek çok insanın gönlünde taht kurmuş,”incinsen de incitme”,”her ne ararsan kendinde ara” sözleri ile engin hoşgörüsünü, insan sevgisini, barışa ve  kardeşliğe verdiği değeri ortaya koymuştur.13. Yüz yılda insan kanının su gibi aktığı dönemlerde insan sevgisini ve insan haklarını en içten duygularıyla dile getirmiştir.”Bir olalım,diri olalım,iri olalım” diyerek,birleştirici,yapıcı özelliğini de ortaya koyan ünlü bir mutasavvıftır.Türkçe’yi ibadet dili olarak benimsemiş ve kullanmıştır, buna da öncülük etmiştir.Kadına büyük değer vermiş, onu hiçbir zaman ikinci sınıf bir varlık olarak görmemiştir. Görüldüğü gibi böylesine yüce duyguları olan  seçkin bir  insanı ziyaret etmeden gitmek gerçekten büyük bir yanlış ve eksiklik olurdu.
 
                                                                     ***

    Kapadokya  yurduma  olan  sevdamı  arttırdı. Dönüş  yolunda  ağlayan  küçük  oğlumsa  bu  rüyanın  bitmesini benim gibi  hiç  istememişti...                                                                              
                                                                                                     Ayşe  Gönül TEHMEN
                                                                                                        Ankara  Mayıs  1995

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder