BURASI BİR BAŞKA GEZEGEN...
Çok heyecanlanmıştım. Tur rehberinin söylediği bu sözlerle uykulu gözlerimi pencereden dışarıya çevirdim.
Görüntü inanılmazdı! Sabahın alacakaranlığında, uçsuz bucaksız bir bölgede ve ilginç yer şekilleri arsında kaybolmuş gibiydik. Bu doğallık muhteşem, bir o kadar da inanılmazdı. Kendimi öylesine kaptırmıştım ki, bir an için nerede olduğumuzu unutmuş gibiydim. Herkes soluklarını tutmuş, bu sihirli manzarayı seyre dalmıştı. Doğanın bölgeye bir armağanı olmalıydı. Dünyanın başka hiçbir yerinde görülmeyen bu jeolojik zenginlik için başka ne denilebilirdi ki?
20.000 km. karelik alana, Pers dilinde “Güzel Atlar Diyarı” anlamına gelen “KAPADOKYA” adı verilmiş. Altmış milyon yıl önce,Hasan ve Erciyes sönmüş volkanlarından püsküren lavların katılaşması ile oluşan volkanik tüflerin, aşınmaya uğraması sonucu meydana gelmiş, irili ufaklı, genellikle de heybetli doğal oluşumlar. Yöre halkı tarafından, “ Peri Bacaları” olarak adlandırıyor. Bütün dünyanın bildiği gibi, Literatürdeki isimleri de böyle. Gece gündüz sıcaklık farkına bağlı olarak, bazen bir gecede bile oluşabildiklerinden böyle anılıyorlar. Yani ne sihirdir, ne keramet anlayacağınız!...
Yaşar Kemal, yörede yaptığı araştırmalar sonucu peri bacalarının tepesindeki taşların öyküsünü saptamış. Kabe’nin yapımı sırasında taşlar yetmemiş, çağrı yapılmış ve dünyanın dört bir tarafından taşlar Kabe’ye yönelmişler. Ürgüp’e geldiklerinde ise Kabe’nin tamamlandığı haberi gelmiş, o zaman bulundukları yerde asılı kalmışlar. Gerçekten de peri bacalarının üzerinde şapkayı anımsatan bu taşların, nasıl olup da düşmeden durabildiklerine inanamıyorsunuz.
Bölgenin klasik dünyada tanınması ve Yunanca biçimiyle yazılması Heredotos’ un “Historia - Tarih” adlı yapıtıyla başlıyor.
Çevrede görülen bol sayıdaki tümülüsler (mezar), Hellenistik kültürün buraya kadar ulaştığının bir kanıtı. Kiliseler ve sanat, Hıristiyanlığın yarattığı bir anlayışı yansıtıyor. Hıristiyanlar bu uzak coğrafyada Türkler gelinceye dek kendilerini rahat hissetmişler. Yumuşak bölümleri oyarak yaşam yerleri yapmışlar. Kiliseleri, okulları, mutfakları, güvercinlikleri... var. Oymacılık sanatının, taş işçiliğinin bu denli gelişmişliğini görmek insanı şaşırtıyor, hayran bırakıyor. Duvar resimleri görülmeye değer. Konular çoğunlukla “İncil” den seçilmiş.
“Ihlara Vadisi” ne üç yüz basamaklı bir merdivenle iniyorsunuz. Kiliseleri ve manastırları geziyoruz. Vadiden cılız bir su akıyor ama yine de çevreyi yeşile boyamaya yetmiş.
Göreme, Nevşehir’den 15 km. daha doğuda, 7. Ve 12. Yüzyıldan kalan anıtların bulunduğu bir vadi. Göreme Açık Hava Müzesi, Kızlar ve Erkekler Manastırı, Yılanlı Kilise, şapeller ( küçük kilise), freskolar, ikonalar ayrıca, kiler, mutfak, yemekhaneden oluşmuş “Refrectoryum” denilen yerleşmeleri dolaşıyoruz. Ben de büyük bir hayranlıkla, soluksuz seyrediyorum her şeyi. El ile kazılmış, çekiçlerle yapılmış bu taş yapılar, olağanüstü bir uygarlığı simgeliyorlar.
Bölgede oldukça ünlü vadiler bulunuyor. Zelve’de bunlardan biri. Avanos’a 5 km. uzaklıkta, kilise,manastır ve kaya evleri var. Bu evlerde Rumlardan sonra Türklerin kaldığı ancak, 1952 de “afet bölgesi” ilan edilerek iskana kapatıldığı biliniyor. Bugün, Türklerden kalma tipik bir kayadan oyma cami bulunuyor. Sonra ki günlerde Avcılar Vadilerini, Çavuşin Köyünü bir rüya aleminde geziyoruz. Çavuşin şirin mi şirin bir köy. Burada ki eskiden kalma yapıların ne yazık ki doğal afetlerle yıkıma uğramasına çok üzülüyorum. Çavuşin Kilisesi de bunlardan biri.
Oldukça serin ve yağışlı bu bahar günlerinde, doğanın rengarenk çiçekleri ile peri bacalarının buluşmasını görmelisiniz. Her yer meyve bahçeleri, üzüm bağları ile dolu. Yöreye özgü bir taş olan onix, yapı malzemesi olarak kullanılmış. Evler, kesme taşlı, düz damlı. Yuvarlak pencereleri ile çok hoş ve doğal. Havanın soğukluğuna karşın insanları hep sıcacık, içim ısınıyor. Güler yüzle sunulan kekik, tarçın, limon ve elma çaylarını yudumlarken, mutluluğu da yudum yudum içiyorsunuz sanki...
...Ve Uçhisar Kalesine çıkıyoruz. Çevrede ki en yüksek kaya kütlesinin içine oyulmuş bir kilise, manastır ve sayısız kaya evleri ile ünlü. İşte Avanos’a kadar Kapadokya tüm ihtişamıyla karşınızda...
Derinkuyu ve Kaymaklı yer altı şehirlerine giriş ürkütüyor biraz. Dünyanın en uzak yerlerinden, Japonya’dan,Kanada’dan gelmiş insanları görünce biraz da utanarak yoluma devam ediyorum. O dönem insanının düşünce gücüne, uygarlığına hayran olmamak elde değil. Yerin katlarca altında, düşmanlarından korunmak üzere yaptıkları bu yerlerde yıllarca yaşamışlar. Her ikisi de birbirine 9.5 km. lik bir tünelle bağlanmış. Elli iki havalandırma bacası var.
Kapadokya insanı, o dönemlerde bağcılık, hayvancılık, halı ve kilim dokumacılığı, çanak , çömlekçilik, mermer, taş işçiliği ile geçiniyormuş, şimdilerde de öyle...
Kimisinin bar, şarap evi, restoran olan Peri bacalarından yükselen neşeli seslere karışan müzikle geceler sonlanıyor. Kimisi de pansiyon olarak işetmeye açılmış. Bir gecenizi de şarap evine ayırmanız gerekiyor.
Şarap, yöredeki eski taş imalathanelerde yapılıyor. Otantik köşelerde, folklorik giysileri içinde ki gençler tarafından sunulan beyaz, pembe ve kırmızı şarapları ince bir zevkin ürünü olan kadehlerde tadıyorsunuz. Hediyelik, tadımlık kadar şarap alıyoruz her birinden…
Kapadokya gezimiz “Kızıl Vadi” de son buluyor. Güneşin batışını,, kırmızı şaraplarınızı yudumlarken izliyor, bu hoş geziyi egzotik bir anıyla bitiriyorsunuz. Gün batımında vadiye vuran kızıllık buraya adını vermiş.
***
Buraya kadar gelmişken, Hacı Bektaş Veli’ye uğramadan gitmek olmayacaktı. Türk-İslam tarihi için önemli şahsiyetlerden biri olan Hacı Bektaş Veli,kitleleri etkilemiş ve peşinden koşturmuştur. Pek çok insanın gönlünde taht kurmuş,”incinsen de incitme”,”her ne ararsan kendinde ara” sözleri ile engin hoşgörüsünü, insan sevgisini, barışa ve kardeşliğe verdiği değeri ortaya koymuştur.13. Yüz yılda insan kanının su gibi aktığı dönemlerde insan sevgisini ve insan haklarını en içten duygularıyla dile getirmiştir.”Bir olalım,diri olalım,iri olalım” diyerek,birleştirici,yapıcı özelliğini de ortaya koyan ünlü bir mutasavvıftır.Türkçe’yi ibadet dili olarak benimsemiş ve kullanmıştır, buna da öncülük etmiştir.Kadına büyük değer vermiş, onu hiçbir zaman ikinci sınıf bir varlık olarak görmemiştir. Görüldüğü gibi böylesine yüce duyguları olan seçkin bir insanı ziyaret etmeden gitmek gerçekten büyük bir yanlış ve eksiklik olurdu.
***
Kapadokya yurduma olan sevdamı arttırdı. Dönüş yolunda ağlayan küçük oğlumsa bu rüyanın bitmesini benim gibi hiç istememişti...
Ayşe Gönül TEHMEN
Ankara Mayıs 1995